Yıkılmak her gün biraz daha ezildiğini; kimliğinin, varlığının gittikçe daha fazla yok sayıldığını hissetmektir. Bir insan olarak kimliğine, varlığına, özüne sürekli saldırılan bir dünyada her adımda biraz daha geriye çekilmek zorunda olmanın çıkmazından bahsediyorum. Kürt olmak, trans olmak, işçi olmak, ateist olmak… sahip olduğum bu kimlikler üzerimdeki toplumsal baskıyı daha fazla derinleştiriyor ve her birinde daha fazla kırılıyorum. Her seferinde bu çelişkilerin beni nereye götürdüğünü bilmeden kocaman bir boşluğa düşmemek için bir kurtuluş yolu arıyorum.
Babamdan yediğim dayak sadece bedensel değil aynı zamanda psikolojik bir şiddetti. İçimdeki kadını, kimliğimi savunmak zorunda kalırken hormonlarımın sonuçlarını gizleme çabalarım beni kimliğime yabancılaştırıyor. Annenin seni bir kadın olarak anlamaması, kendini gizlenmeye zorlamak kimliğinle barışı olanaksızlaştırıyor. Kendimi olduğum gibi kabul etmek her gün daha zor hale geliyor.
İş bulamamak benim gibi trans kadınlar için sadece ekonomik bir engel değil, feodal toplumsal cinsiyet rolleri kapsamında sosyal varlığımın reddedilmesidir de. Çalıştığım yerlerdeki diğer işçilerin zorbalığı, sosyal varlığımı küçümsemeleri beni her gün eziyor. Bir yerde iş bulsam da kimliğime dair her fırsatta yaşadığım şiddet, hakaret her şeyin altını oymaya devam ediyor.
Ve belki de beni en çok kıran şey, kendi halkım içerisinde zorbalığa uğramam oluyor. Benim gibi varlığını savunmaya çalışan bir insan ezilen ulustan kendi halkı tarafından dışlanıyor. Yaşıtlarımdan çok daha rezil bir konumda olmak, beni daha fazla yabancılaştırıyor. İntiharın eşiğine gelmemek, hayatta kalmak için verdiğim mücadele her geçen gün biraz daha zorlaşıyor. Kendimi mücadele etmek dışında hiçbir çıkış yolunda bulamıyorum; çünkü attığım başka her adımda kayboluyorum.
Ve işte burada trans kadın olmanın getirdiği en büyük korkulardan biri başlıyor, öldürülme ya da fuhuşa düşme korkusu. Kürdistan gibi feodalizmin ağır etkilerinin hissedildiği bir coğrafyada, hayatta kalmanın bedelinin ölüm ya da fuhuş olması, içindeki en derin çelişkileri ortaya çıkarıyor. Çoğunlukla fuhuş trans kadınlar için hayatta kalmanın “tek yolu.” Bu bir seçenek değil, bir zorunluluk haline geliyor. Fuhuşa düşmek trans kadınları sadece bedensel olarak değil, sınıfsal ve sosyal olarak da metalaştırıyor ama önlerinde mücadele gibi bir alternatif olmadığında başka bir çıkış yolu bulamıyorlar. Aksi takdirde feodalizmin perçinlediği homofobinin bir sonucu olarak öldürülmek her zaman ihtimal dahilindedir. Kimliğinden dolayı dışlanmak sadece toplumsal değil, ekonomik ve fiziksel bir ölüm tehlikesiyle de karşı karşıya bırakıyor. Bir tarafta onurun, diğer tarafta hayatta kalma mücadelesi… Her trans kadın bir gün bu korkutan çelişkiyi yaşamakla hükümlü gibidir. Trans kadınlar için hayatta kalmanın “tek yolu” gibi görünen fuhuş onları yalnızlaştıran, metalaştıran, sistemle bağlarını güçlendiren bir bataklıktır esasında. Bu her ne kadar “hayatta kalmanın bedeli” gibi görünse de sadece hayatta kalmak için geçici bir fırsattan ibarettir. Oysa başka bir dünyanın mümkün olduğunu, mücadeleye adım atarak “bütün mümkünlerin kıyısında” olabileceğimizi görmemiz gerekiyor.
Bununla birlikte, hayata tutunma arzumuz ve içimizdeki neşe kuvvetli. Çoğu zaman bir yerlerde kaybolmuş, çökmüş hissetsek de o tutunma arzusu ve hayata bağlayan neşemiz hep var. Bir gülümseme, anlık özgürlükler bizi ayakta tutabiliyor. İntiharın eşiğinde olsak da kurtuluş yolu her gün güneş gibi yeniden doğuyor. Varlığımızı savunma arzusu bir şekilde hayatta kalmamızı sağlıyor. En karanlık zamanlarda bu güneş bize ışık olur, tutunacak dalımız olur. Bazen o arzu, neşe olmuyor, o anlarda yıkılma hissi yayılıyor. Çelişkiler, zorluklar, baskılar artıkça motivasyonumuz kayboluyor. Hayata tutunma arzumuzun, neşemizin yıkıldığı zamanlar aslında yeniden doğmak için bir fırsattır, mümkünlerin bilincinde olarak.
Sanal medyada görünürlüğümüz artsa da hepimizin yıkıntılardan yaşamları olduğunu unutmamak gerek. Görünürlük, bazen sadece bir yansıma; ama gerçekte ne kadar çok çelişki ve mücadele olduğunu gösteren bir arka plan. Trans kadınların, ezilen halkların her biri yıkıntılardan çıkıyor. Her birimizdeki direniş görünenden çok daha derindir.
İşte tam burada ortak bir gerçeklik var: direnişin, karanlık zamanlarda bile tekrar tekrar doğan o gücün temeli hayatta kalmak için verdiğimiz mücadele. Her gün, her an biraz daha ezildiğimi hissetsem de o içsel güç sonunda devrimci bir tutkuya dönüşüyor. İçimdeki direnişi keşfetmek, beni yeniden inşa etmeye götürüyor. İçinde olduğum yıkım ve ezilme hali bir tür devrimsel bir güce yol açıyor. Yaşadığım her zorluk, her çelişki beni daha dirençli kılıyor. Ve en nihayetinde, bu çelişkilerle kurduğum yeni benlik, sisteme karşı verilen gerçek bir direnişin temelini atıyor.
Yıkılmak bir başlangıçtır. Hiçbir ezilen kimlik, zorluklardan ötürü vazgeçmemeli, yok olmamalıdır. Hayatta kalmak, varlığını savunmak ancak sistemi hedef alan toplumsal altüst oluşların geliştirilmesini her şeyin önünde tutmakla mümkün. Sistemin karşısında güçlü kalmak, bir gün bu zinciri kırmak için şarttır. Benim yaşadığım her çelişki, bu yıkımın içindeki gerçek gücü bulmamı sağlıyor.
Bir YDK okuru